İYİLİK DEĞER HOŞGÖRÜ ÖYKÜLERİ

SEVGİ VE ÖPÜCÜK HEDİYESİ

Adam 3 yaşındaki kızını, pahalı bir hediyelik kaplama kâğıdını ziyan ettiği için azarlamıştı.

Küçük kız, koskoca bir paket altın yaldızlı kâğıdı bir kutuyu eğri büğrü sarmak için kullanmıştı…

Yılbaşı sabahı küçük kızı, paketi getirip “Bu senin babacığım” dediğinde üzüldü. Acaba gereğinden fazla mı tepki göstermişti kızına… Bir gece önce yaptığından utandı…

Ne var ki paketi açınca yeniden öfkelendi. Kutunun içi boştu… Kızına gene bağırdı:

“Birisine bir hediye verdiğinde, kutunun içinde bir şey olması lazım”. Bunu da mı bilmiyorsun küçük hanım?

Küçük kız gözlerinde yaşlarla babasına baktı, “O kutu boş değil ki baba, içini öpücüklerimle doldurmuştum!” dedi…

Adam öyle fena oldu ki… Koştu… Kızına sarıldı… Beraberce ağladılar.

Adam o altın kutuyu ömrünün sonuna kadar yatağının başucunda sakladı. Ne zaman keyfi kaçsa, ne zaman morali bozulsa, ne zaman kendini kötü hissetse, kutuya koşar, içinden minik kızının sevgi ile doldurduğu hayali öpücüklerinden birini çıkarırdı.

Aslında bütün anne ve babalara böyle bir altın kutuyu çocukları hiçbir karşılık beklemeden, sevgi ve öpücüklerle doldurup vermişlerdir. Hiç kimsenin hayatında bundan daha değerli bir armağana sahip olması mümkün değildir. Öpücük deyip geçmek mümkün mü? Öyle olsaydı çocuklarımızın adına Buse ismi koyar mıydık?

 

DEĞERİ ÖLÇÜLEMEYEN HEDİYELER

 

KÖTÜLÜĞÜN YAYILMAMASI

Devesiyle birlikte çöl de yürümekte olan bir bedevi, güçlükle yürüyen, dudakları susuzluktan kurumuş bir adama rastlamış. Adam bunu görünce su istemiş. Devesinden inip ona su vermiş.

Suyu içen adam birden bedevi iterek deveye atladığı gibi kaçmaya başlamış. Bedevi arkasından bağırmış:

“Tamam deveyi al git ama senden bir ricam var. Sakın bu olayı kimseye anlatma!”

Bu isteği tuhaf bulan hırsız biraz duraklayıp nedenini sormuş:

“Eğer anlatırsan, bu her yere yayılır ve insanlar bir daha çölde muhtaç birini görünce yardım etmezler” demiş bedevi.

Bedevî gibi derdimiz deve değil de, kötülüğün yayılmaması olsaydı, toplum ve millet olarak sorunlarımızı çözerek huzur ve barış içinde yaşıyor olurduk.

Menfaatimize göre değil, vicdanımıza göre yaşayacağımız bir hayat dileğiyle…

 

DENİZ YILDIZI

Adamın biri denizi seyrederken, sahilde bulunan bir başkasının, sürekli yerden bir şeyler alıp denize attığını görür.

Sahilde gezen kişi diğerinin ne yaptığını merak ederek yanına gider. Ne yapıyorsunuz burada diye sorar. Adam denizyıldızları karaya vurmuş, onları kurtarmaya çalışıyorum deyince diğeri; sahil denizyıldızı dolu, hangi birini kurtaracaksın der.

Adam yere doğru eğilir ve bir denizyıldızı daha alarak denize fırlatır ve diğer adama dönerek:

“Benim için bir şey fark etmiyor ama onun için fark etti ve kurtuldu” diyerek bir denizyıldızını daha hayata döndürür.

 

HÜSEYİN’İN İYİLİĞİ

Hz. Hüseyin bir adamın kendisi hakkında hoşlanmadığı bir şeyler konuştuğunu öğrenir.

Bunun üzerine Hz. Hüseyin, içi taze hurmalarla dolu bir tepsi hazırlayıp adamın evine gelip kapıyı çalar.

Kapıyı açan adam, Hz. Hüseyin’i bir tepsi taze hurma ile karşısında görünce hayret eder.

“Ey Peygamber torunu! Bu nedir?” diye sorar. Hz. Hüseyin de:

“Bunu al, sana getirdim. Hakkımda kötü konuşarak iyiliklerini bana hediye ettiğini öğrendim; ben de yaptığın iyiliğin karşılıksız kalmasın diye sana bunları getirdim” der.

 

SUYU TAŞIRMAYAN GÜL YAPRAĞI

Uzakdoğu’da bir Budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu.

Burada geçerli olan incelik, anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmektir. Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi.

Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak, çan veya zil yoktu.

Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki Budist, kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı. Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu.

Budist bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı.

Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti.

Yabancı tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bıraktı.

Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı. İçerideki Budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı.

Suyu taşırmayan bir gül yaprağına, her zaman yer vardı.

  

OLUMLU İNSAN OLMAK

Gittiği her yere barış götürebilen, bölücü değil bağdaştırıcı olabilen, nefret olan yere sevgi, yaralanma olan yere affedicilik, kuşku olan yere inanç, ümitsizlik olan yere ümit, karanlık olan yere aydınlık ve üzüntü olan yere sevinç paylaştıran bir insan…

Kusurları görenlerden değil kusurları örtenlerden, teselli arayanlardan değil teselli edenlerden, anlayış bekleyenlerden değil anlayış gösterenlerden, yalnız sevmeyi isteyenlerden değil sevenlerden olabilen bir insan…

Yağmur gibi hiçbir şey ayırmadan aktığı her yere canlılık bahşeden, güneş gibi hiç bir şey ayit etmeyip ışığı ile tüm varlıkları aydınlatan, toprak gibi her şeyin üzerine basıldığı halde hiç bir şeyini esirgemeyip nimetlerini verebilecek bir insan…

Alan değil veren ellerin, affedici olduğu için affedenlerin ve sonsuz yaşamda yeniden doğanlara sevgi katalabilecek bir insan olmak…

 

Murat ERTAN