SEVGİ DOSTLUK MUTLULUK ÖYKÜLERİ

GÖNÜL KAPISI

William Holman Hunt “Kâinatın Işığı” adlı tablo ile gönlün sadece içeriden açılabileceğini ne güzel anlatmıştır; “19. yüzyılın büyük İngiliz ressamlarından William Holman Hunt’ın bir bahçeyi tasvir eden bir tablosu, Londra Kraliyet Akademisi’nde sergileniyordu.

Hunt’ın “Kâinatın Işığı” adını verdiği bu tabloda geceleyin elinde duran fenerle bahçede duran filozof kılıklı bir adam görülüyordu. Adam, serbest kalan eliyle bir kapıyı vuruyor ve içeriden bir cevap bekler gibi görünüyordu.

Tabloyu tetkik eden bir sanat eleştirmeni Hunt’a dönerek:

—Güzel bir tablo doğrusu, ama manasını bir türlü kavrayamadım dedi,

—Adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak mı? Kapıya tokmak takmayı unutmuşsunuz da…

Hunt gülümsedi:

—Adam alelade bir kapıya vurmuyor ki… dedi.

“Bu kapı, insan kalbini temsil ediyor ancak içeriden açılabildiği için dışında tokmağa ihtiyaç yoktur”.

Sözlerimizin gönülden çıkıp gönüllere ulaşması dileğiyle…

 

SEVGİNİN ÖĞRENCİLER ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

Profesör, sosyoloji sınıfındaki öğrencilerini Baltimore şehrinin kenar mahallerine göndermiş ve o bölgede yaşayan iki yüz erkek çocuğun durumlarını araştırmalarını, her bir çocuğun geleceği hakkında bir tahminde bulunmalarını istemiştir.

Öğrenciler gerekli araştırmalardan sonra, bu çocukların gelecekte başarılı olamayacakları kanaatinde birleşmişler.

Yirmi beş yıl sonra, bir başka sosyoloji profesörü bu çalışmayı bulur ve öğrencilerinden bu projeyi sürdürmelerini ve o insanlara ne olduğunu araştırmalarını ister.

Öğrenciler, o bölgeden taşınan veya ölen yirmi çocuk dışındaki, yüz seksen çocuktan yüz yetmiş altısının olağanüstü bir başarı gösterip, avukat, doktor ya da iş adamı olduklarını ortaya çıkardılar.

Profesör çok etkilenmişti ve bu konuyu izlemeye karar verdi. Birer yetişkin olan çocukların hepsi o bölgede yaşadıkları için her biri ile görüşme şansı oldu.

—Bu koşullarda nasıl bu kadar başarılı oldunuz? sorusuna verdikleri cevap hep aynıydı.

—Mahalle okulunda bir öğretmenimiz vardı, onun sayesinde oldu, dediler.

Profesör, bu öğretmeni çok merak etmişti ve hala hayatta olduğunu öğrendiği yaşlı öğretmenin izini bulması zor olmadı. Kendisini ziyaret etmek için evine kadar gitti. Karşısında yılların yüzüne eklediği kırışıklıklara rağmen hala dinç duran yaşlı bir kadın duruyordu.

Yaşlı öğretmene, bu çocukları kenar mahallelerden kurtarıp başarılı birer yetişkin olmalarını sağlamak için kullandığı sihirli formülün ne olduğunu sordu.

Yaşlı öğretmenin gözleri parladı ve dudaklarının kenarında bir gülümseme belirdi:

“Çok basit, ben o çocukları çok sevdim” dedi. 

 

DÜNYANIN EN SEVECEN ÇOCUĞU

Sevgi her şeydir. Yaşamın kapılarını açar ve sevginin o büyük gücü dünyayı harekete geçirir.

Yazar ve öğretmen Leo Buscaglia, bir seferinde jüri olarak katıldığı bir yarışmadan söz ediyordu. Yarışmada dünyanın en sevecen çocuğu seçilecekmiş.

Yarışmayı dört yaşındaki bir çocuk kazanmış. Bu çocuğun kapı komşusu kısa bir süre önce eşini kaybeden yaşlı bir adammış.

Yaşlı adamın bahçesinde ağladığını gören küçük çocuk, yaşlı adamın yanına gitmiş ve kucağına oturmuş.

Eve döndüğünde annesi yaşlı adama ne söylediğini sorunca, küçük çocuk:

“Hiç” demiş “Sadece ağlamasına yardım ettim”.

 

    Elen KREIDMEN

YAŞLI KARI – KOCA

Yaşlı karı-koca çok güzel bir kahvaltı sofrasında, evliliklerinin 50. yılını kutlamaktadırlar. İkisinin de yüzleri gülmektedir,  gayet neşelidirler.

Kadın kocasına ikram etmek üzere, masanın üzerinden dilimlenmiş ekmeğe tereyağı sürmek üzere alır ve ekmeğin yumuşak tarafına yağı sürer, içinden de şöyle   geçirir:

—50 yıldır kocam ekmeğin yumuşak tarafını seviyor diye ona her sabah ekmeğin yumuşak tarafını veriyorum.

Bugün ekmeğin yumuşak tarafını kendime ayıracağım, dış yüzünü ve sert tarafını da kocama vereceğim. Bugünlük beni affeder, nasıl olsa evliliğimizin 50.  yılı.

Ekmeğin dış yüzüne yağ sürerek kocasına ikram eder. Kocası ise hayret ve sevinç içerisinde, şöyle  düşünür:

“Ah karıcığım! 50 yıldır sen ekmeğin dış yüzünü seviyorsun diye hep ben yumuşak tarafını yedim, ne kadar naziksin, fedakârlıkta bulunup ekmeğin sert tarafını bana veriyorsun!”

İÇ HUZUR

 

DOSTLUĞU KAYAYA KAZIMAK

Çölde yolculuk eden iki arkadaş hakkında bir hikâye anlatılmaktadır.

“Yolculuğun bir aşamasında iki arkadaş tartışırlar, biri ötekine bir tokat vurur. Tokadı yiyenin canı çok yanar ama tek kelime etmez ve kum üzerine şu sözleri yazar:

“Bugün en iyi arkadaşım bana bir tokat attı.”

Yıkanabilecekleri bir vahaya rastlayana kadar yürümeyi sürdürürler. Tokadı yiyen yıkanırken batağa saplanır. Boğulmak üzereyken arkadaşı tarafından kurtarılır. Boğulmak üzere olan arkadaşı kurtulduktan sonra bir kaya parçası üzerine şu sözleri kazır;

“Bugün en iyi arkadaşım benim hayatımı kurtardı.”

Tokadı vuran ve sonra en iyi arkadaşının hayatını kurtaran kişi ona şu soruyu sorar;

“Senin canını yaktığımda bunu kum üzerine yazdın ama şimdi kayaya kazıyorsun neden?”

Arkadaşı ona şöyle cevap verir

“Biri bizi incittiğinde bunu kum üzerine yazmalıyız ki bağışlama rüzgârı estiğinde onu silebilsin. Ama biri bize iyi bir şey yaparsa onu kayaya kazımalıyız ki hiçbir rüzgâr yok edemesin, kalıcı olsun.”

Özel birini bulmak bir dakikanızı alır, onu değerlendirmeniz bir saat içinde olur, onu sevmek için bir gün yeter, dostluk için en az on yıl gerekir ama onu unutabilmek için bir ömrün geçmesi gerekir.

Dostluğu oluşturmak zor, kaybetmek ise çok kolaydır. Bunun için dostluklarımızı oluşturmak için gösterdiğimiz çabayı korumak için de göstermeliyiz.

“İncinmelerimizi kuma, iyilikleri kayalara kazımayı öğrenmeliyiz.”

 

DOSTLUK İLE İLGİLİ ÜÇLÜ FİLTRE

Eski Yunanda, Sokrat saygıdeğer bir ün yapmıştı… Bir gün tanıdığı birisi büyük bilgeye dedi ki:

“Arkadaşınla ilgili ne duyduğumu biliyor musun?” Bilge:

“Biraz bekle” diye cevap verdi. “Bana duyduğun şeyi anlatmadan önce seni küçük bir sınavdan geçirmek istiyorum, buna üçlü filtre deniyor.”

“Üçlü filtre mi?” “Ne demek bu?”

“Bana arkadaşımla ilgili konuşmaya başlamadan önce, söyleyeceğin şeyleri değerlendirmek için iyi bir fırsat olabilir.” Bu yüzden ona üçlü filtre diyorum.

Birincisi, “gerçek filtresi”. Bana anlatacağın şeylerin tam anlamıyla gerçek olduğundan emin misin?”

“Hayır” diyerek kekeledi adam. “Şey, aslında bunu sadece duydum.”

“Yani, duyduğun şeyin gerçekten doğru olup olmadığından emin değilsin. O zaman ikinci filtreye geçebiliriz.”

Arkadaşım hakkında bana anlatacağın şey “iyi bir şey mi?”

“Hayır tam aksine olumsuz” diyen adamın bilge sözünü kesti; “O halde, bana arkadaşım hakkında gerçek mi değil mi, emin olmadığın kötü bir şeyi anlatmak istiyorsun.”

Birde üçüncü filtreye bakalım:

“Fayda filtresi” “Bana arkadaşımla ilgili anlatacağın şey benim işime yarar mı?” Adam boynunu büktü ve “doğrusunu söylemek gerekirse, hayır!” dedi.

Bilge bu ayaküstü sohbeti bilgece bir cümleyle sona erdirdi ve yoluna devam etti.

“Eğer bana söyleyeceğin şey doğru değilse, iyi değilse ve faydalı değilse, söylemenin bir anlamı kalır mı?”

 

JAPON KÖPEĞİ HACHIKO’NUN HIKÂYESİ

1924 yılında Tokyo Üniversitesi’nde görev yapan Japon profesör Hidesaburo Ueno, küçük bir köpek yavrusu edindi kendine.

Profesör Ueno, Japonca’da “sekiz tane” anlamına gelen Hachiko adını koydu köpeğine…

Beraberliklerinin sadece bir yıl süreceğini bilmiyordu. Ama o bir yılda dünya tarihine geçecek, kitaplara, filmlere konu olacak bir ilişki yaşadılar.

Safkan Akita cinsi beyaz bir erkek köpek olan Hachiko, her sabah üniversiteye gitmek için evden metroya yürüyen sahibine eşlik etti…

Metronun dış kapısına kadar getirdiği sahibini uğurladıktan sonra da eve döndü. Çok geçmeden bir akşam üniversite dönüşünde metronun çıkışında Hachiko’yu kendisini beklerken gördü profesör ve çok şaşırdı.

Bu akıllı köpek sahibinin akşam eve dönüş saatlerini hesaplayarak ve aynı yolu kullanacağını düşünerek metronun önüne gitmişti.

Ondan sonraki bir yıl boyunca her sabah sahibini metroya kadar götürdü, her akşam iş çıkışında da metronun önünde karşıladı Hachiko…

Hiç saatini şaşırmadı…

Ama bir akşam metrodan çıkmadı profesör, gözleri metronun kapısında gece boyunca bekledi Hachiko.
Bir sonraki akşam yine yoktu profesör… Üçüncü akşam metrodan yine çıkmadı… Dördüncü, beşinci akşam yok yok… Üniversitede kalp krizi geçirip ölmüştü profesör.

Hachiko her akşam sahibim metrodan çıkacak diye inatla bekledi. Haftalar, aylar boyunca her akşam Tokyo metrosunun Shibuya istasyonun kapısına gitti… Tam 10 yıl boyunca…

12 yaşındayken metronun kapısında öldü Hachiko…

Bugün Tokyo’ya gidenler Shibuya istasyonun kapısında heykelle karşılaşır, işte o Hachiko’dur…

Japonlar, sadakat ve insan-hayvan ilişkisinin sembolü olarak ölümünden hemen sonra diktiler bu heykeli…

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da unutmadılar Hachiko’yu ve 1948’de yeni heykel yaptılar.

Bugün Shibuya istasyonun o kapısı Hachiko çıkışı olarak biliniyor ve Tokyo’nun en önemli buluşma merkezlerinden biri.

Her yıl Hachiko’nun ölüm yıldönümü olan 8 Nisan’da da bütün hayvanseverler heykelin önünde buluşuyorlar.